“Ankara Bürokratı” Olmak…
Bürokrat olmak harika bir iş gibi görünür uzaktan. Masa
başında kararlar alan, o kararları uygulamakla sorumlu olan yereldeki
uygulayıcılar ne yaparsa yapsın gerisini artık, diyerek o kararı aldıktan sonra
yan gelip yatan ve maaşını düzenli alıp, keyfine diyecek olmayan insanlar
olarak görünür. Bazı durumlarda doğruluk payı da vardır, her işte, her sistemde
eksiklerin bulunduğu gibi…
Bilinmeyen tarafları da vardır bu rahat ve güzel tablonun.
Ankara’dasınızdır. Türkiye'nin işleyişine dair her türlü
kararın, ilgili merciince alındığı komuta merkezinde. Parayla ilgili,
enerjiyle, havayla, suyla, ticaretle ilgili karar alınacaksa birçok kurum
koordine olur, konunun uzmanı ve yetkilisi kişiler bir araya gelir, ülkenin o
konudaki yolunu çizer. Olabildiğince, ekibin vizyonuna bağlı olarak uzun vadeli
perspektifler oluşturulmaya çalışılır.
Kararlar alınır, Resmi Gazete’de yayımlanır. Ülke genelinde
uygulamasının nasıl yapılacağına dair hareketlenmeler başlar. Genellikle dünya
örneklerini de inceleyerek bir adım ileri götürmeye çalışan ekibin
düşündükleri, değişimlere çok da açık olmayan ve süregelen bir işleyişi olan
yereldeki rutinlerle çarpışmaya başlar. Birimin yerel idarecisi işin en zoru
olan cephe kısmındadır. Yeni bir uygulamaya tüm duyargalarını kapatmış
elemanlarını ya da ilgili mevzuatın konusu olan iş kolunu bu yeni döngüye
sokmanın zorluğu ile, bir an önce sistemin işlemesini bekleyen merkezin baskısı
arasında sıkışır kalır. Ankara bürokrasi haberleri de heyecanla beklenir.
Ankara söyler, gel kolaysa burada yap eleştirileri başlar.
Oysa bazıları için Ankara yüktür omuzda. Eğer işin içinden geliyorsa hele
kararı alan, Resmi Gazete günü karnı ağrımaya başlar. Bilir uygulayanların
nelerle karşılaşacağını. Yerelde çalışan, bir kişilik çeker sıkıntısını,
Ankara’yı sırtında taşıyan, her bölgenin, her ilin, her köyün sıkıntısını yaşar
işler düzene girinceye kadar.
Biz babamın: “Devlet, milletinin şefkat kapısıdır kızım.
Vatandaşın her talebini büyük bir sabır ve özenle karşılayıp, memnun etmeden
göndermemek gerek. Canı dara düşmeyen, zaten devlet kapısına çıkıp gelmez”
düsturu ile yetiştirildik. Memuriyete
başladığım 1998 yılında yine sınavla girmeme rağmen, usta-çırak şeklinde
öğrendik biz işleri. Şubedeki büyüklerimiz bizi alır, yazışma şeklinden
davranış ve konuşma şeklimize, bize birer örnek olurlardı. Devletin kullandığı
bir yazışma dili vardır, ağırlığı vardır öğretilir önce. “Bilindiği üzere…”
diye başlayan cümleler, “…yapılmış olup ….uygun olduğu mütalaa edilmektedir”
diye devam eder, “Bu itibarla…” diye bitirilir. Oturuşu kalkışı, giyimi kuşamı
devleti temsil eder nitelikte olmalıdır devlet memurunun diye öğretildi hep.
Ailede de devlet bu kadar yüce bir yerde tutulduğundan,
insan taş ocağı yada bor yağı kullanan fabrikaya denetime gittiğinde bile kot
pantolonla gidemez olur, ütülü pantolonun paçalarından yağ akarak çıkar
tesisten ister istemez J
Bilenler bilir; aslında öyle çok geleneksel sayılmam, eski
kelimeleri kullanmayı hiç sevmem, ama söz konusu devlet olduğunda, temsil etmek
dünyanın en önemli işi oluverir, işin rengi değişir.
İlk yurt dışı görevimde, insanlar baktıklarında karşılarında beni
değil, Türkiye’yi görüyorlar düşüncesi öyle bir sorumluluktu ki, diğer ülkeden
katılanlar lobide sohbet ederken ben bütün geceyi sunumuma hazırlanarak
geçirmiştim. Ertesi gün, sunum sırasında giriş cümlemden sonra, “Sizin gülen
yüzünüz yeter” cevabı, ülkelerin, bilgisinden çok görgüsü ve insani
özelliklerinin toplantıları yönettiğini öğrenmemde ilk adım olmuştu.
Ankara bürokratıysanız, illere gittiğinizde müthiş bir
ihtimamla karşılanırsınız, kurumunuzun ildeki en üst düzeyi ile muhatap olur,
“merkez” e olan saygıyı ve bağlılığı iliklerinize kadar hissedersiniz. Çok
güzel bir şey gibi görünür ama, orada ilgi gösteren tüm arkadaşlarınızın iş
barışının, mutluluğunun merkezin kararlarına bağlı olduğunu bir kez daha çakar
beyninize kalbiniz. Onları zor duruma düşürecek bir hatalı cümle, virgül
konmamalı buyruğu anında iletilir bilinç altınıza.
Yıllar sonra yeni arkadaşlar başlar, zamanında ustaların
öğrettiklerini onlara öğretme vakti gelir. İşin teorik kısmı öğretilir,
arazisine gelir sıra. Koskoca bir dağın tepesindeki, yolda tarlalardan başka
bir insan izi olmayan yerlerdeki taş ocağına gidilir örneğin. O şartlarda çalışan bu ülkenin en kıymetlisi,
işçilerle oturulur önce, hal hatır sorulur. Toprak gibi her yerinden derin
yarıklar açılmış, çekingen ellerin, çok da ince belli olmayan, toz ve kir
içindeki bardaklarda servis ettiği çay alınır, büyük bir keyif duyarak içilir.
Ekip başı olarak gittiğin yeni arkadaşların “Hayır, ben bu pis bardaktan
içemem” anlamındaki, “Çok teşekkür ederim, ben almiim” cümlesi, “Hiç olur mu,
Mühendis adam taş ocağında çay içmeden gidemez” müdahalesi ile düzeltilirken,
yenilere gayet tehditkar bir bakış fırlatılır işçilere çaktırmadan. Denetim yapılır, dönüş yolunda “DEVLET BABA”
anlatılır gençlere.
O işçi, Emre’ye, Fatma’ya, Mehmet’e getirmedi ki çayı,
içmeyesiniz. O işçi için “DEVLET” ayağına geldi, o zor şartlarında, elindeki
tüm imkanların en iyisini kullanarak “devlete yakışır bir saygı ile” ikram
etti. Emre, Fatma içmez belki ama “devlet” o çayı içmek zorundadır.
İçmeyecekse, kendi içebileceği şartları oradaki insana sağlamak zorundadır.
Ülkenin şartları neye imkan veriyorsa onu yaşarsın sen de. Bunu yapamayacaksanız,
hiç devam etmeyin bu işe! Sonraki fabrikada ikram boyalı mı boyalı bi renkli
su, meyve suyu niyetine. Tepsi önünde bizim çocukların, gözleri bende J Dünyanın en güzel
ikramıymış gibi alınıyor bardaklar, bir dikişte içiliyor gözler kapatılıp. İkramı
yapan anlamadı, normalde evinden başka yerde bardak ve çatal bıçak
kullanamayan, her şeyden tiksinen ben anlıyorum çocukların çektiği eziyeti.
Aferin çocuklar, oldu bu iş !
Deneyim arttıkça, daha masa başı görevler gelir sonra. İşi
yapan personelle, üst yönetimin farklı yönlerdeki baskılarının arasında
kalınır. Özel sektörün en kallavi temsilcileriyle yüz yüze gelinir.
Zaten ne
bilir bunlar, 3 kuruşa satın alınır ön yargısını kırmak, bilginiz ve hayatınız
boyunca sergilediğiniz vakur duruşla bile hiç kolay olmaz.
Daha anlatacak çok şey var aslında Ankara bürokratına dair,
onlar da inşallah başka zamana.
Ankara bürokratı olmak havalı iştir vesselam. Omzunda yük
değilse… Yapabilene!
“Ankara” kelimesine ülkenin tümünü yükleyenlerin, derdi
memleket olanın gülen yüzünün altında, burnunun sızlayan direğidir Ankara.
Ankara bürokratıyla bir dahaki karşılaşmanızda, bu yazı
aklınızdan geçerek merhaba deyin devlet kapısına. Hep iyilerle karşılaşın
umarım hayatta.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder